Maskesinin altındaki tertemiz gülüşü gözlerinden belli olan tatlı bir öğrenci ile tek koltuğu paylaşarak geldik bugün…
Metrobüslerde olurmuş, bugün ilk defa fark ettim ben. İki kişilikten dar, tek kişilikten geniş bir koltuk. Denk geldi hemen oturdum. “Oh be, çantalarıma da yer çıktı bugün” deyip yayıldım koltuğa.
İki durak sonra göz hizama bu tatlı kız düşene kadar sürdü saltanatım. Gülümsedim ve yanıma gelmek ister misin edasında işaret diliyle uzaktan seslendim. Dün akşamdan biliyordum çünkü o uzun yolu ayakta gitmenin zorluğunu. Mutlu oldu teklifime, hemen geldi. O gelirken ben iyice kaydım pencereye doğru.
Oturdu.
Bütün yol hiç konuşmadık. İnsan tanımadığı biriyle ne konuşurdu ki? Aslında çok şey! Adı üstünde tanımıyordu ve “tanış olmak” için konuşuluyordu.
Tanış olmaya gerek var mıydı peki? Bilemedim şimdi. Kimine ve yerine göre değişir elbette. Neyse, bu soru-cevap uzar gider böyle. Kafaları daha fazla bulandırmayayım ben.
Yani ne denilebilirdi ki?
- “Bu metrobüslerin koltuk araları az daha açık olsa, ayaklar dar alanda uyuşuyor uzun yolda…” mı?
- “Sefaköy ile bu istasyon arası da baya uzun, neredeyse Sıla iki nakarat geçiyor şarkıda…” mı?
- “Ne kadar şanslı olduğunu yanda akamayan trafiğe bakınca anlıyor insan…” mı?
- Hiçbiri
Uzun lafın kısası aynı durakta indik. Ve aynı yöne doğru yürümeye başladık. “Aynı yere mi gidiyoruz” u anlamanın tek yolu vardı; maskemi çıkardım ve günaydın diyerek gülümsedim yürürken. O da maskesini indirdi ve günaydınlaştı benimle.
Ve zamanı geldi ki tanıştık.
Sohbet ederek yürüdük.
Henüz öğrenciydi fakültede. Ne güzel, 3.günde bir de öğrenci eklenmişti tanış listeme. Biliyordum, hayat hiç boşluk sevmiyordu…
Aaa bu arada, okul yolu baya işlekti sabah yürüdüğüm alt geçidin aksine…