Bugün günlerden pazar. Adı gibi kendisi de miskin pazar.
Yarın yeni işimde ilk günüm olacak. Bu sebeple dün gecenin yılbaşı olmasını da fırsat bilip (herkes uyuduğu için trafik açık olacaktı) erkenden düştüm yollara. Sebebi düşüşüm, iş yerine gideceğim güzergahı belirlemek ve kabaca bir zaman planlaması yapmaktı.
Zorun neydi sabah zaten deneyimleyecektin diyen sen,
Buranın İstanbul,
İş yerimin karşı yakada,
Benim de buralarda yeni, toplu taşımada baya acemi olduğumu bilmiyorsun demektir.
Günlerdir soruyordum birilerine. Az çok bir şeyler öğrendim. İlk yapmam gereken evden arabayla Söğütlüçeşme metrobüs durağına ulaşmaktı. Ulaştım. Hatta arabayı park ettiğim otopark görevlisinden de baya bir şeyler kaptım: Aylık otopark masrafları, sabah saatlerindeki yoğunluk, metrobüse biniş-iniş yerleri…
Neyse, sıra geldi metrobüse binmeye. Gülme! Yaşın, mesleğin, yetkinliklerin ve hatta yetebildiklerin ne olursa olsun yeni her zaman heyecanlıdır. En azından benim için öyle…
Metrobüse binerken “Beylikdüzü” yazana bin “Beşyol” da in demişlerdi. Bindim. İlk durak tabi ohhhh bir de istediğim yere oturdum. Şoför mahalli cam kenarı…
Taktım kulaklığı, verdim müziği, seyre başladım boşayazan trafiği… Hemen attım bir story, kafaya koymuştum yol günlükleri yazacaktım çünkü. Her gün numaralandıracaktım çektiğim fotoğrafları. Bugünkü “0” dı, yani ilk güne hazırlık.
Paratoner gibiyimdir ben, iyiyi-daha az iyiyi ve ilginç olan her şeyi enerji alanıma çekerim. Biliyordum bugün de sonrasında anlatacak bir şeyler yaşayacağımı. Ve beklenen oldu. Fonda Serdar Ortaç-Gitme diye bağrınırken sağ çaprazımda oturan kadının kucağındaki çocuk kusmaya başladı. O minicik ağızdan fışkıran kusmuk ile ayakkabım arası sadece 3 cm…
Söz konusu birinin yardıma ihtiyacı olması ise beni bilenler bilir hazır kıta asker gibiyimdir. Bir yanda kusan çocuğunu öne eğmiş ve vahlayan bir anne, kardeşine ne olduğunu anlamaya çalışan bir abla -ki o da taş çatlasın 7 yaşında- öte yanda çantada peçete bulmaya çalışan bir baba. Ve pek tabi ne olduğunu anlamaya çalışan toplu taşınanlar, yani bizler…
Lokantalarda verilen ıslak mendiller işte tam da bugünler içinler! Buradan ıpıslak mendiller üreten tüm esnaflarımıza da sevgiler… Hemen çıkardık (ben ve karşımda oturan güzel gözlü kız) ne var ne yoksa, açtık paketleri, uzatıp durduk anneye. Temizlik iyi hoş da, çocuk kusmaktan tıkandı bir anda. Anne telaşlı, baba zaten bayıldı bayılacak. Dedim sakin, önce çocuğun şu üstündeki 3 kiloluk kabanı çıkaralım, kendine gelsin. Anne söyleneni yaparken bir yandan da ayaklarıyla yerin pisliğini örtmeye çalışıyordu. Kuru mendiller iş başına dedim ve başladım otobüsün orta yerine yayılan kusmuğu örtmeye. “Siz çocukla ilgilenin bunları sonra sıyırırsınız gerekirse…”
Nihayet ağlayan çocuk sustu, anne geldi kendine. Ayaklarıyla yere atılmış peçeteleri topladı güzelce. Sonunda yüzü güldü ve o halde bile teşekkür etti minnetle…
Yetişkin birisi kussaydı acaba bu kadar metanetli olur muydum bilmiyorum. Bildiğim tek şey yine olsa yine yaparım.
Kimisi bak(A)madı, o kadar haklıydı ki sadece elindeki suyunu uzattı.
Kimisi aldırmadı, o kadar haklıydı ki belki ona da zamanında aldıran olmadı.
Ama birçoğumuz yardım ettik ve o kadar haklıydık ki “hayat böyle güzeltiliyordu”…
Ah tabi ya, yolu anlatıyordum değil mi? Yolu gittim, indim, okula yürüdüm. Güzergah tamamdı yani. Sonra bir pastane bulup kahve ısmarladım kendime. Yarına hazırdım… Dönüş yolunda, Cuatro Vientos çalıyordu fonda…