“Bu onun ayak sesleri. Aynı ritimde, heyecanı buradan hissedilen… Tıkır tıkır açılıyor işte kapı. Onun kokusu, onun sesi bu! Veee her akşam bacaklarına dolandığım, dolanırken günümü miyavladığım annem nihayet geldi. Sıcacık kucağına aldı beni. Başımı okşamaya başladı; usul usul ama uzun uzun… Kuyruğumu sallamalıyım ki mutluluğuma şahit olsun. Biraz da gırladım mı dünyalar senin elinde! Ne güvenli bir yer senin kucağın! Yazın serin, kışın sıcak. Baharda pastel, yazda cıvıl cıvıl! Duyuyor musun sesimdeki cümleleri acaba? Tüylerimdeki parlaklık anlatıyor mu sevgimi? Ya da ne bileyim her beni okşadığında çıkardığım ses, sana ne fısıldıyor? Umut mu? Düş mü? An mı? Gelecek mi?”
Zaman yine geçmedi bana, yine onu özlediğim upuzun bir gündü…
Evet, kat 14, 119 numara! Anahtarın sesini duyup kapıya dayanmıştır o da.
Veee her akşam bacaklarıma dolanan, dolandıkça miyavlayan, sesi umut dolu kızım benim… Kollarıma alınca nasıl da hissediyorum sevgini bir bilsen… Gırlamandaki her cümleyi, kuyruğunu sallarken verdiğin tüm alt mesajları okuyorum.
Umutsun sen!
“An”sın!
Gerçekle rüya arasındasın!
Geleceğime ortaksın!
Bulutlu gecede evimdeki gökyüzü, tuvalimdeki denizsin!
Konuşmadan anlatabilensin!
Sesin mi?
Sesin masmavi senin!
Tüm siyahlara inat, yeşile arkadaş, sarıyla barışık mavi… Dinlendiren, iki heceli dört harfli mavi…
Anlıyorsun değil mi? Hani dinginlik için boyanır ya duvarlar maviye, kurulan düşlerde gözler çevrilir ya mavi gökyüzüne… Hatırla, geçen gün ördüğüm kazağı mavi iple! Nasıl da ferah ferah durmuştu giyince… İşte o “MAVİ” lerden senin sesin de…
Sanıyorum yine çok konuştuk kapı eşiğinde. Hadi bakalım Momo Hanım, akşam uzun. Yemek yaparken devam edelim sohbetimize. Derin derin, miyav miyav.