“Umut” ettiğim hiçbir şeyi “unut” etmedim bu hayatta… Sürekli tazeledim durdum, ta ki olana kadar…
Paşa, çocuk ruhumun yetişkin arkadaşı. Sırdaşı, seveni, sevileni, koruyup kollayanı.
Her noktada buluşurduk onunla. Dinlediğimiz şarkılardan tutun da yediğimiz salataya… Ayrı anne babadan, ayrı kültürden, apayrı türden iki insan nasıl anlaşamazsa o kadar anlaşırdık aslında! Tek bir konu dışında. Ben “umut” ederken o “unut” derdi. Benim olacak dediğime, dili geçmiş zaman eklerdi. Akıcılığa inat durağanlığı seçerdi. Ben kendime yol çizerken o var olandan giderdi. Bizdeki iki harfin yeri çok netti! Bendeki u(m)ut, onda u(n)ut…
Yıllar sonra karşılaştık bir yerde. Durduk, bakakaldık. Silkelendik, toparlandık. Ama tokalaşmaya el bulamadık. Ben almışım onca hayalin yükünü elime, başka hayatların çizilmiş rotalarıysa onun ellerinde.
Araya giren zaman ne ondan götürmüş ne de benden anlaşılan. O aynı Paşa, ben aynı umut sever. Kazançlar mı? Tartışılır. Ne beklediğine bağlı hayattan. Ben KENDİMİ bekledim hala da beklemekteyim. Ayaklarım yere basmadan da “umut” etmekteyim. Aklıma koyduklarımı icraata dökmekteyim.
Çocuk ruhumun yetişkin arkadaşı Paşa, “unut” ettiklerinle “umut” ettiklerini hassas bir teraziye koymadın hiç. Ya biri diğerine baskın gelirseydi telaşın. Çünkü sen de biliyordun, umut ile unut kıyaslanamaz asla! Birinde bitiş diğerinde diriliş var. Birinde öyle işte dersin, diğerine yenilerini eklersin. Kendini bulurken ilkinde, ikincisinde kaybedersin. Yani “unut” edersen Paşa, bir gün sen de hatırlanmayı beklersin…
Tokalaşamadık hala, farkındayım. Saat de epey geç olmuş zaten. Tutmayayım. Evdekiler seni, umutlarım beni bekler…