Harekete geçiren güç deniyor özetle “motivasyon” için. Yani güdülenme. Yeni neslin ilham perisi; eskilere, “bugünün işini yarına bırakma” dedirten deneyimleri…
Biraz bakalım mı bu gıdıklayıcı etki bizi ne zaman güldürebiliyor diye?
Aslında her birimizin motive olmaya ihtiyaç duyduğu farklı aksiyonları var. Kiminin sabah uykusundan kalkmak, kiminin uykuya dalmak için. Halı altında dahi yer bulamayan tozları süpürmek için. Ya da ne bileyim bitmesi gereken makaleye iki satır eklemek için…
Bir telefon alarmını düşünelim, ne kadar motive edebilir yastıkla aşk yaşayan birini? Ya da kafasında kırk tilkinin kol gezdiği birini uyumaya götürecek kaç tatlı rüya olabilir? “Zaten bütün gün boşum, nasılsa yaparım.” ve/veya “Bütün gün çalıştım, temizlik de sonraya kalsın.” diyen birine, hangi dost tatlı tatlı söyleyebilir evinin yakında pislikten görünmeyeceğini?
E) HİÇBİRİ.
İşte tam da bu sebeple motivasyon, mutluluk gibi içerde bir yerlerde gizli. Geri kalanlar, kum sepeti…
Bir çalışanı düşünelim, işini seviyor, ortamı seviyor, gelirinden memnun çünkü hak ettiğini alıyor. “Zırrrrrrrr…..!” Bakın, saati kurmasına gerek kalmadı, vücut alarm verdi bile. Gün ışığı kapalı gözlerden süzülüp haber etti sabahı.
Uykusu kaçmış, sınava hazırlanan o öğrenciye bakalım şimdi de dışardan. Dün çözdüğü sorular, bugün yaptığı yanlışlar, yarınki ödevleri ve sunması gereken proje görevleri… Etti mi size kırk tilki! Hangi anne öğüdü, baba öpücüğü uyutur onu şimdi? Uyutmaz. Neden mi? Belki de yapmak istediği şey 40 soru çözmek yerine kara kalem portre çizmekti… Ama sanırım bu seçenek ona hiç verilmedi.
Bu iki örnekte de görüyoruz ki gıdıklayıcı etkenlerin hepsi “sevmekte”, “istemekte”, “heyecan duymakta” belli ki.
Çünkü, severseniz, istersiniz. İsterseniz heyecan duyarsınız. Heyecan da zaten sizi harekete geçirir, merak ettirir. Merakın olduğu yerde de mır mır kediler gezinir.
Peki, sadece bunlar mı yani? Motive olduk bitti mi? Elbette hayır. Asıl şimdi başlıyor yazı! Takın gözlükleri, açın kulakları!
Çevrenizi temiz tutacaksınız her koşulda ve her şeyden önce! Okullarda öğretilenlerden daha temiz hatta. Adına “İnsan temizliği” diyoruz bunun. Deneyimlerde, öğütlerde, kitaplarda gizli gizli söylenir. Sesi yoktur ama duyulur. Yazılı belgesi yoktur ama altına imza atılır.
Sağır kurbağanın hikayesini hepiniz duymuşsunuzdur. Sağır olduğu için o kuyudan çıkmıştır hani. Tavşan ve kaplumbağa da pek farklı sayılmaz, değil mi? Kaplumbağanın “tavşanın hızına” kulak asmadığını hiç düşünmediniz mi? Düşünün. Hatta düşündürün. Alın elinize kalemi kâğıdı, eleyelim şimdi tüm bu zararlı insanları.
Mesela;
- Pratik zekâyım diye geçinen ancak tek meziyeti her durumda espri üretip seni küçümsemek olan
- “El ve alem” olup da seni ailenden/sevdiklerinden çok eleştiren
- Başarını, bırak aleni aleni dil ucuyla bile takdir edemeyen
- Zamanı yönetemeyip sana dakika tutan
- Sende eleştirecek milyon tane özellik bulup kendisine gelince 10’a kadar saymayı unutan
- İşine geldiğince seni rehberinde tutan
- Zor gününde iç sevincini “vah vah” ile gizleyip de iyi gününde ellerinin kremini bahane edip alkış tutmayan
- Ne acı ki senden başka gündemi olmayan
- Görünür olmak uğruna seni yakıp ateşinle yol almaya çalışan
- Sevmeyi bilmeyen
- Tek başına fikirsiz, çok başına öncü kesilen
- Hayal kuramayıp uçan halılarınıza laf eden
- Ne vejetaryen ne vegan, tek besin kaynağı “başkaları” olan…
Bunlarla çevrili bir tarlada ekin yetişmez. Yetişse zaten hayır gelmez.
Armut dibinde elma aramayın. Motive olmak istiyorsanız önce kapıda çöp bırakmayın. Sevin, isteyin ve heyecanlanın.
O gün, bugün. Temizliğe şimdi başlayın!