Ne çok “gibi” lerimiz var aslında. Jilet gibi pantolonlar, adam gibi adamlar, halası gibi torunlar ve çiçek gibi çocuklar… Ha bir de mahallenin Ayşe Teyzesi’nin göz koyduğu, elma yanaklı hatun kızlar.
Kimler yapmış bu benzetmeleri bilemem. Bildiğim tek şey, herkes aslan olmak isterken benim “kedi gibi” olduğum. Burnum hep ıslaktır mesela, kuyruğum da dik! Sevildikçe ait hissederim ve ait olduğum yere bağlanırım. Seçimlerim de sonuçları da bana aittir. Bilirim. Dört ayak üzerine düşmem belki ama iki ayağımı net basarım.
Koklarım; sevdiğim insanı, aldığım havayı, okuduğum kitabı. Bir de kitap okurken yaktığım tütsüyü koklarım. Dedim ya kedi gibiyim ben. İstediği(m)de yaparım her şeyi, istediği(n)de değil. Tek harf deyip geçme, altında koskocaman bir hakimiyet var onun. Özgürlük var, saygı var, kendine adaletli olmak var. Sana garez değil ama bana doyumu var.
İnsan yakıştırmasıdır “nankör kedi” ler. Hani filmin sonunda hep çekip giderler. Kim, nerde görmüş sevilen bir kedinin nankörlüğünü? Var mı kanıtı? Ya da kediye sorduk da aldık mı gerçek yanıtı?
Yapmayalım aslan kardeşler, yapmayalım güzel gözlü eşekler. Sevimli tavşanlar ve asil atlar… Herkesin “gibi”si kendine. Ben peşine düşüyor muyum sizin yularınızın, pençenizin, iri gözlerinizin? Siz de düşmeyin. Maazallah düşenin dostu olmaz, düşman edinmeyin…