Dün yine seni andım gözlerim doldu
O tatlı günlerimiz bir anı oldu
Ayrılık geldi başa katlanmak gerek
Seni çok çok özledim arkadaşım eşek
Ne çok yazıya konu, şarkıya ilham, benzetmelere araç olmuştur eşek. Hepsinde ayrı bir özelliğinden bahsedilir. Kiminde dert yüklüdür, kiminde sevecenlik, ötesinde saftır, berisinde güzel gözlü…
Benim hatırladığımsa hep aynıdır…
“Eşek olursan semer vuran çok olur.” dan öte “eşek seni, eşek” diye sevilen çocuklardır aklıma gelen. Bir hayvan bu kadar mı yakışır cümleye! Karşıdaki ona benzetilince bu kadar mı şımarır!
Şimdiye kadar hiç şahit olmadım böyle sevilen bir çocuğun gamzelerinin masum durduğuna. Gözlerini kısıp kıkır kıkır gülmediğine. Ya da şımarıp paytak paytak kaçmaya çalışmadığına…
Hepsini geçtim, benzetmeyi yapanın da kendinden geçtiği aşikâr. Dudaklarını ısıra ısıra, ellerinin arasındaki ufaklığı şefkatle sara sara, başını sözcüklerin ritmiyle sallaya sallaya söyler durur…
Sanırım benim şu an yazarken yaşadığım duygu da bu cümlenin eseri. Öyle ki “eşek” yazarken aradaki “ş” sesini çoğaltası geliyor kalemin. Hatta alt satıra geçip “den den” koyası. Kopyalayıp kopyalayıp yapıştırası…
Senin hiç olmadı mı “eşek” gözlü bir sevdiğin, “eşek” gibi çalışan bir arkadaşın? Birine baktıkça bakasın, diğerine baktıkça yorulasın gelmedi mi?
Dedenin babanla ilgili konuşurken söylediklerini de mi hatırlamıyorsun! Taaaaaa yıllar öncesine ait sararmış, yıpranmış bir fotoğrafı elinde tutmuş sana anlatırken “Eşek oğlu eşek.” deyip köşesine vurmadı mı yoksa?
Vurmuştur dedelerimiz, olmuştur senin de söylemiştir biri diğerine. Herkesin “eşek” le imtihanı vardır hayatının bir yerinde. Hatırlamıyorsun, bari eşeklik etme…