Birbirine sıkıca tutunan hikayeler arasından nasıl sıyrıldı acaba? Cılız, minicik cüssesi ve 10 punto yazısıyla… Aradan sızmak için zorlandığı belliydi. Yırtıktı ucu, terinden sararmıştı rengi…
O gün beni oraya götüren bir şeyler olduğunu biliyordum. Yabancı bir şehre, sokak arası sarrafları gezmek için kaç kişi gider ki? Yüz kişide 2 kişi, biri ben!
Ayaklarım yürürken kalbim koşuyordu adeta. Biz eşikten geçerken o çoktan raflardaki bu tatlı kaçağa yaslamıştı başını. Küt küt küt. Nasıl da atıyordu… Yaklaştım, derin bir nefes aldım ve çektim onu, sıkıştığı yerden çıkardım.
Sayfa 7, öykü ANKA idi…
Küllerinden doğuşu anlatıyordu satırlar. Başa dön diyordu, en başa. Bu bir döngü! Çıkış noktanı bul. Sıçrayış anını! Sanki annem konuşuyordu karşımda. Babam dizinde okşadığı saçlarıma söylüyordu sanki bu cümleleri.
İrkildik, ben ve kalbim. Durduk, nefeslendik.
Ben, NEFES.
Burası, hiç bilmediğim bir şehirde, bilmediğim bir dükkân.
Bunlar, üzerinde yaşanmışlık olan kitaplar, yüzündeki çizgilerden yıl saydığım satıcı, birisi belki oturur diye üç ayağıyla görevine devam eden sandalye…
Ben NEFES.
Bu öykü bana sorularımın cevabı.
Annemin vefası, babamın sabrı…